İki kadın iki portre..Kadına istemediği birşeyi asla yaptıramazsınız…
İki kadın..Biri İngiltere’nin kuzeyinde Manchester’de oturuyor. Diğeri başkent Londra’da. Biri, birden Türk basınının gündemine oturdu. Konu kendi değil kızıydı.Diğer kadın ise politikaya atıldığı andan itibaren hep gündemdeydi. Konu kendisiydi. Gelecek vaat eden çizgisi, değişik duruşu, giyimi, aile yaşantısı..Son evliliği.
İki kadının hikayeleri kesinlikle ortak değil. Aralarında benzerlik arıyorsanız, ben ikisini de tanıdım. Birini hislerini anlayabilecek kadar kısa sürede, diğerini de yaşadıklarını gözlemleyecek kadar uzun sürede!! İki kadın portresinin tek ortak özelliği ise yaşadıkları coğrafya. Kahramanlarımız, yazının başında belirttiğim gibi İngiltere’de yaşıyor..Her ne kadar ortak özellikleri yok desem de, öyle bir özellik ikisini bu yazının içinde buluşturuyor ki..Kadınların çok iyi anlayacağı, erkeklerin ise belli bir yaştan sonra bazen ‘geç’ olsa da farkına vardıkları bir gerçek. Daha doğrusu kadına ait bir tavır.. “ Kadına istemediği hiç bir şeyi yaptıramazsınız. Yaptırdığınızı zannetseniz bile, aslında kadın istediği için yapmıştır. Örneğin, bir konuyla ilgili konuşmak istemeyen kadını konuşturamazsınız. İstediğiniz yolu deneyin, nafile..Eğer kadın, o konuyla ilgili konuşmaya meyilliyse, tamam..Zaten bir şekilde konuşur..”..Siz hünerin kendinizde olduğunu sanın, oysa kadın zaten konuşmayı kafasına koymuştur bir kere..
İki kadından biri: Heather M.. Biz onu kızından dolayı tanıdık. Kızı Charlotte Lee M., Türkiye’de cinsel tacize uğradı. Hem de 13 yaşında. Alman genci Marco tarafından. Buraya kadar kahramanımızın profilini çizmeye başladım. Ama asıl profil, koruyucu bir kartal gibi kızı Charlotte Lee ve ailesini kanatları altına alan, tüm baskı ve ısrarlara rağmen ‘konuşmayan’, yaşadıklarını anlatmayan, paylaşmak istemeyen bir kadın. Heather M., konuşmamaya kararlı tercihini susmaktan yana yapan bir kadın. Hepimiz, daha ergenlik çağına bile girmemiş Charlotte Lee’ye, Türkiye’de neler olduğunu merak ederken ya da merak ettirilirken tüm dünyaya karşı tavır alan bir dişi . Kısacası ne yaparsanız yapın konuşmayan, çünkü konuşmamaya kararlı bir kadın.
Diğer kadın: Gülay Çokay. Yaşadığı evliliklerden gelen soyadlarını sonunda rafa kaldırıp baba adında karar kılan bir kadın. İkinci portremizin kahramanı hepimizin yakından tanıdığı bir isim. Ya da biz öyle zannediyoruz. Hakkında yazılan türlü haberlerle bütünleşip, tanıdığımızı hatta çok iyi tanıdığımızı sandığımız bir kadın.
O’nun politik geçmişini yazmak değil, tanık olduğum yönlerine ışık tutmak amacım. Şişli Belediye Başkanı iken hakkında çıkan yolsuzluk iddiaları karşısında istifa eden, Orhan Aslıtürk’le evlenip yurt dışına giden ve Türkiye’ye dönmeyen kadın. Geçtimiz günlerde hakkında açılan çoğu davadan beraat edip, 9 yıl sonra ilk defa konuşan bir kadın. Dokuz yıl boyunca, konuştuğu her an polemik yaratacağını bildiği halde hakkında çıkan bunca iddiaya karşı hep susan bir kadın. Kimsenin konuşturamadığı bir kadın. Konuşmadığı içinde çoğunun gözünde “ suçu zaten belli”. Gülay Çokay, 9 yıl aradan sonra ilk defa konuştu. Kendisinin, Londra’da görülen tüm davalarını yakından takip ettim. O’nu dinledim.Hakkında yazılan yazılara rağmen yaşantısını gördüm. Bir kadın olarak, hissettiklerini algıladım. Susmak tercihiydi..Beraat kararından sonra bir çok gazetecinin aradığı Gülay Çokay’la görüştüm. Güçlüydü ama çok yara almıştı. Bunca yıl susan kadın, başına gelenleri anlatıp empati yaratmak değil beraat ettiğinden dolayı mutlu olduğunu paylaşmak istedi.
Röpörtaj için buluştuk..Geçen bunca yıla rağmen yine güzeldi..Yaşadıklarının ağırlığına rağmen, gücünden taviz vermiyordu. Politikaya atıldığı zaman o sürekli gülümseyen gözleri yine ışıl ışıldı. “ Ben beraat ettim. Çok mutluyum” derken başlayan gözyaşları yıllardır konuşmayan bir insanın duygusallığıydı. Bir politikacının kadın kimliğinin dışa vurumuydu. Geçmişiyle hesaplaşma ya da empati adına dökülen yaşlar değil, kontrol edilemeyen duygusal tavırdı.
İki kadın iki portre.Yaşamları nerede ne şekilde olursa olsun!!Susan mı haklı yoksa suskunluğunu bozup konuşan mı?
Ayşegül EKİNCİ/LONDRA