Sir Ben Kingsley: ‘ Hayat yolculuğumda çok şanslıydım. Hep şükrediyorum’
Sir Ben Kingsley: ‘ Renklerle oynuyorum’
Dünya sinemasının usta oyuncularından İngiliz asıllı Oscar ödüllü aktör Sir Ben Kingsley, son filmi Pers Prensi için Londra’da bir araya geldiği arkadaşımız Ayşegül Ekinci’ye, İngiltere seçimlerini değerlendirdi.
Dünyanın yaşadığı finansal krize dikkat çeken Sir Ben Kingsley,‘ Seçim günü sabah erkenden oyumu kullandım. Oyumu ne yönde kullandığımı soracak olursanız cevabım: ‘Oyumu kalbim ve beynimle kullandım’ olur. Dünyanın güçlü liderlere ihtiyacı var. Zaman yenilenme zamanı. Bizim de güçlü bir lidere ihtiyacımız vardı. Bekleyip, göreceğiz’ dedi.
Dünyanın en seçkin ve saygıdeğer aktörlerinden biri olan Sir Ben Kingsley, ‘ Schindler’s List’, ‘ House of Sand and Fog’, ‘ Searching for Bobby Fischer’ filmlerinde unutulmaz performanslarıyla adını sinema tarihine yazarken, En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını aldığı‘ Gandhi’ filmiyle, Hollywood’un aranılan isimlerinden biri oldu. Yirmi yıldır Hollywood’da sayısız filmde harikalar yaratmasına rağmen, izleyiciye limitsiz macera ve gözalıcı görsel efektler sunan gösterişli filmler yapmaktan kaçınan aktör, son filmi Prince of Persia: Pers Prensi’yle bu kuralı neden bozduğunu da açıkladı.
‘ Hayat yolculuğumda şimdiye kadar çok şanslıydım. Tanrı bana yardım etti. Hep şükrediyorum’ diye duygularını ifade eden usta aktör, ‘ Oynadığım karakterlerde mutlaka ve mutlaka Shakespeare oyunculuğuna ait bir derinlik bulunmalı. Bu açıyı yakaladığım zaman gerisi geliyor. Pers Prensi-Zamanın Kumları böyle bir film. İçinde, kıskançlık, acımasızlık ve mücadele var. Karakterler Shakespeare’in kahramanları gibi. Güçlü ve derinliği olan karakterler. Filmde, Pers Prensi Dastan, hiç beklemediği bir şekilde amcasının ihanetine uğruyor. Yıkılıyor. Hayatınızda amcanızın ihanetine uğrasanız ne hissedersiniz? Sanırım ihaneti en son bu kadar yakınınızdan beklersiniz.
İşte, güç savaşı ve ego böyle bir şey. Derinliği olduğu için konuyu sevdim. Oynadığım karakter Nizam’da öyle. Çok katmanlı bir karakter’ dedi.
Video oyunundan beyaz perdeye, Pers Prensi: Zamanın Kumları
Dünya çapında büyük başarı kazanan video oyunu Prince of Persia-Pers Prensi’nden beyazperdeye uyarlanan, aynı zamanda serinin dördüncü bölümü olan Pers Prensi: Zamanın Kumları filminin dünya prömiyeri, Londra’da bulunan Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezi Westfield’de yapıldı. Filmin güçlü kadrosu Jake Gyllenhall, Gemma Arterton, Toby Kebbell, Richard Coyle, Sir Ben Kingsley, Yapımcı Jerry Bruckheimer ve yönetmen Mike Newell’in katıldığı görkemli dünya galası internet üzerinden tüm dünyada canlı olarak yayınlandı.
Jordan Merchner tarafından okul yıllarında yaratılan Pers Prensi video oyununun Hollywood’un dikkatini çekmesi ancak dördüncü bölümde oldu.
Karaip Korsanları, National Treasures gibi dev bütçeli filmlerin yapımcılığıyla tanınan Jerry Bruckheimer, Pers Prensi’ni çekmeye karar verince, yine geniş ölçekli filmlerin nasıl yapıldığını bilen usta yönetmen Mike Newell’e gitmiş. Hollywood’un son dönemlerdeki en büyük setlerinin kurulduğu filmin konusu ise şöyle:
6’cı yüzyılda hayali Pers ülkesinde yaşayan serseri prens Dastan(Jake Gyllenhaal) ile gizemli prenses Tamina( Gemma Arterton), Zamanın Kumları’nı serbest bırakabilen, tanrıların hediyesi olarak zamanı tersine çevirebilen ve sahibini dünyanın hakimi yapabilen eski bir hançeri korumak için karanlık güçlere karşı birlikte mücadele eder. Bu mücadele sırasında hem serseri prens hem de gizemli prenses kendi içsel yolculuklarına çıkar.
Aynı zamanda da hayata dair pek çok sınava hazırlanır.
Sir Ben Kingsley özel röpörtaj
Pers Prensi: Zamanın Kumları filminde Oscar ödüllü usta aktör Sir Ben Kingsley, yeğeni prens Dastan’ın çıkarına mı yoksa zararına mı çalıştığı pek anlaşılamayan entrikalarla dolu amca Prens Nizam’ı oynuyor. Büyük bir kısmı Fas’ta çekilen film için İngiltere-Fas arası mekik dokuyan ve bazen aynı gün içinde 2-3 saat dilimi değiştiren Sir Ben Kingsley, ‘ciddi bir aktör’ etiketinin üzerine yapıştığını söylüyor.
‘ Ciddi bir aktörden daha çok gösteri sanatçısı olmayı umuyorum’ diyen Ben Kingsley, filmde oynaması için çok önceden teklif almış. Dev bütçeli Hollywood filmlerinde oynamayı pek tercih etmeyen Ben Kingsley, yönetmen Mike Newell’i de bildiği için ‘ evet’ demiş. Gerisi.Filmin çekimi ve Nizam rolüyle sinemaseverlerle buluşacak oyuncunun ağzından dinleyelim:
– Siz ‘Gandhi’, ‘ Schindler’s List’ gibi filmlerde gerçek hayatlardan alınmış karakterleri oynadınız. Tamamen hayali olan 6’cı yüzyıl Prensi Nizam’ı oynarken nasıl hazırlandınız?
BK: Senaryo çok iyi örülmüştü. Çok güzel bir kadro vardı. Senaryo tabii ki olay ağırlıklıydı ama, Mike’in aksiyon ile karakter arasında dengeyi iyi kuracağını biliyordum. Beklediğim de oldu. Örneğin, filmdeki baş karakterlerin sadece iyiler ve kötüler şeklinde ikiye bölünmemiş olmasını, gri alanların kalmasını ilginç buldum.
Bu filmde mümkün olduğu kadar esrarengiz kalmalıydım. İzleyici, benim kötü karakter olduğumu filmin neredeyse sonlarına doğru anlamalıydı. Bu nedenle bu çok katmanlı, çok derinliği olan karakteri sevdim.
Bir de Shakespeare tarzını unutmamak gerek. Filmdeki düşman, neredeyse en son tahmin edeceğiniz kişi. ‘ Sırtından bıçaklayan amca’ karakteri içinde öyle çok duyguyu barındırıyor ki! Oynadığım karakter hiçbir zaman ‘Kral’ olamamış ama krallıkta gözü olan bir amca. Ondan daha tehlikeli kim olabilir? Herkes, düşmanı dışarıda ararken, kıskanç amca hesaba bile katılmıyor.
– Sizi derinliği olan rollerde görüyoruz. Canlandırdığınız her karaktere adeta nefes veriyorsunuz. Farklı üslubunuzla her yeni karakterde bambaşka biri olup çıkabiliyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
BK: Öyle düşünüyorsunuz teşekkür ederim. Ben senaryoyu elime alıp okumaya başladıktan sonra, oynayacağım karakteri çalışırım. Onu hissederim. Araştırırım. Derin derin nefes alır, sakin kafayla düşünmeye başlarım.
Karakter gözümün önüne geldiği zaman ise renkleri kullanırırım ve boyamaya başlarım.
-Boyamaya başlarsınız?
BK:Yanlış duymadınız, karakterimi renklendiririm. Karakterin bir açısını bulup, buradan girerim, sonra da gerisi gelir.
Farklı karakterleri iyi canlandırmamın sebebi, oyunculuğumda müzik olması. Oyunculuğum müzikle de çok örtüşür. Kelimeleri tane tane okurum. Nefes teknikleri çalışırım. Bir de mütevazilik. İnanın yaklaşılabilir olmak çok önemli. Bazen öyle oyuncular görüyorum ki, kasılmaktan konuşamıyor. Kimse onlara yaklaşamıyor. Neden? Oyuncunun kendini çok önemsemesi, herkesten büyük görmesi tehlikelidir!
Oynadığınız sayısız karakter içinde en çok sevdiğiniz ya da unutamadığınız karakter hangisiydi? İzleyici otomatik olarak Gandhi diye düşünebilir.
BK:Benim dört çocuğum var. Hangisini daha çok seviyorsunuz deseniz, cevaplayamam. Hepsi birbirinden farklı. Hepsi özel. Canlandırdığım karakterlerde öyle. Hepsi benim için değerli. Çocuklarım benim filmlerimi seyredip, yorum yaparlar. ‘ Baba bu filmde kendin gibi olmuşsun, baba bu filmde döktürmüşsün, baba bu filmde Shakespeare oynuyor gibisin’ diye. Onlar da ayrım yapamıyorlar.
-Karşımda oturuyorsunuz. İltifat değil gerçek, çok fitsiniz. Ve yaşınıza göre çok iyi görünüyorsunuz.
BK: Kendime bakmayı severim. Bu işi yapıyorsanız her zaman kendinize dikkat etmelisiniz. Düzenli spor yaparım, yememe içmeme dikkat ederim, ani olarak bir rol geldiği zaman iyi görünmelisiniz. Yoksa, ‘ Önce biraz zayıflayım, sonra senaryoya bakayım’ deme lüksünüz yok.
Siz Hollywood’la, Oxfordshire arasında mekik dokuyorsunuz. Evinize düşkünlüğünüzü biliyorum. Peki, İngilizler ve Amerikalılar arasında kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
BK: Evim benim için çok özeldir. Orada kendimi çok rahat ve her şeyden uzak hissediyorum. Nereye gidersem gideyim evimi özlerim, yoksa otellerde en lüks yerlerde kalabilirsiniz. Ama eviniz sizsiniz.
Gelelim İngiliz’lere..Bir de Amerika’lılara. Bakın bunu kısaca şöyle anlatayım: Amerika’lılar, seni her gördüğü yerde bağrına basar. Fotoğraf çektirmek ister. Oyunculuğunu konuşur. Seni, kendilerinden görür. Her gittiğin yerde büyük itibar görürsün.
İngiliz’ler ise mesafelidir. Seni, bir restaurantda görürler, tanıdıkları halde tanımamazlıktan gelirler. Senle hiç ilgilenmezler. Kendinizi bir anda önemsiz hissedersiniz. Ancak, öyle bir anda sizi takdir ederler ki, şaşırıp kalırsınız. Hangisi daha iyi?
YÖNETMEN MIKE NEWELL
Portföyünde Four Weddings and a Funeral, Mona Lisa Smile, Donnie Brasco, High Fidelity, Traffic, Harry Potter and the Goblet of Fire gibi önemli filmlerin bulunduğu yönetmen-yapımcı Mike Newell, Pers Prensi : Zamanın Kumları filminden oldukça umutlu.
Yönetmen Mike Newell, öncelikle senaryoyu çok beğenmiş. Senaryo ile ilgili şunları anlatıyor: ‘ Gerçek hikayeleri seviyorum. Film belki fantastik bir hikaye ama içinde bir çok gerçek öyküleri barındıran bir konu. Mistik öğeleri tek tek sunuyorsunuz sonra da tüm resmi veriyorsunuz. O zaman çok güçlü bir başlangıcınız oluyor’.
-Yönetmen Mike Newell’e soruyorum. Prens Dastan karakteri çok güçlü, laf dinlemez ama doğrucu bir karakter. Doğal ve yakışıklı. Jake Gyllenhaal bu karaktere çok yakışmış. Baştan beri kafanızdaki isim Jake Gyllenhaal’mıydı?
Mike Newell: Jake’i küçükten beri tanırım. Babası muhteşem bir direktör annesi de yazar ve senaristtir. Ablası Maggie Gyllenhaal süper bir oyuncu. Jake bir çok genç aktöre göre daha duyarlı, hassas ve aynı zamanda doğal.
Söylediğim gibi, Jake’i yıllardır tanırım sokak çocuğu kılıklı, anarşist ruhlu ve aynı zamanda çok yakışıklı olan Pers Prensi’ni, Jake Gyllenhaal’dan başkası oynayamazdı. Zaten aklıma gelen ilk isim de oydu. Yine de 30 kadar aktörü seyrettim. Ama, Jake Gyllenhaal kafamdaki tek adaydı. Gerçekten karakterle de iyi örtüştü.
-Peki, filmin başrol kadın oyuncusu Prenses Tamina? Gemma Arterton’a nasıl karar verdiniz? Jake ve Gemma’nın beyazperdede yakaladığı kimya çok güzel. Beğenilecek.
Mike Newell: İnanır mısın, Prenses Tamina’yı bulmak için Orta Doğu’ya, Bollywood’a gidecektim. Bu sırada bana Gemma Arterton’u önerdiler. Geldi, tanıştık. Beyaz tenli bir aktristi. Bronz gözükmesi için ‘ fake tan’ kullanması gerekecekti.Kafamda soru işaretleri varken, öyle farklı aksanlarla konuşarak beni etkiledi ki. Anlatamam. Hemen anında ikna oldum. Sonrasında birbirimizi çok sevdik. Geleceği parlak bir aktris. O da Jake gibi doğal ve mütevazi..
Gemma Arterton: ‘ Hala tanınmıyorum’
Gelecek vaat eden güzel aktris Gemma Arterton, okuldan mezun olur olmaz önemli filmlerde rol aldı. James Bond filminde , Daniel Craig ile birlikte oynayıp ‘ Bond Kızı’ olma şerefine nail olan yıldız, geçtiğimiz ay vizyona giren Titanlar’ın Savaşı’nda da yarı tanrı yarı insan Perseus’a, yol gösteren gizemli Io’yu canlandırdı. Pers Prensi: Zamanın Kumları’nda ilk defa başrolü çeken kadın oyuncu olan Gemma Arterton, röpörtajımız esnasında çok doğaldı. Siyah bir tunik giyen Gemma Arterton, ‘ Hala tanınmıyorum’ diye dert yandı. Son dönemlerde bir çok filmde oynamasına rağmen, yolda kimsenin onu tanımamasından şikayetçi olan Gemma, ‘ Belki Pers Prensi’nden sonra, daha çok tanınırım’ dedi.
Şaka bir yana kendini hala İngiltere’nin Kent bölgesinden gelen genç kız olarak gören oyuncu, kendisini beyazperdede izleyemiyormuş.
Neden mi? Çünkü, kendine çok gülüyormuş. Bazen de olduğundan daha güzel çıktığı için gururlanıyormuş.
Hollywood’un parlayan yıldızı Gemma Arterton’un Pers Prensi ile ilgili notlarından:
-Çok eğlenceli bir film olmuş. Karaip Korsanları gibi geniş ölçekli, adeta setlerinde kaybolacağınız cinsten bir film düşünün.
-Gemma’nın oynadığı Prenses Tamina karakteri, fiziksel olarak güçlü bir kadın. Erkek gibi dövüşen, oradan oraya koşturan, ata binen bir Amazon neredeyse! Gemma karakteri çok sevmiş, zaten aksiyon filmlerini çok seviyor. Bu arada filmden önce de haftanın altı günü spor yapıyormuş. Laf aramızda çok faydasını görmüş.
-Aslında süt gibi beyaz bir tene sahip olan Gemma, Prenses Tamina olabilmek için neredeyse tonlarca spray tan kullanmış. Eee, dile kolay 5 ay süren çekimlerde öyle bronz gözükebilmek. Ancak, çekimler bittiği gün son spray şisesini atmış. Şimdi, tek kelimeyle spray tandan nefret ediyor.
-Gerçek yaşamda makyaj yapmayı hiç sevmiyor. İhtiyacı olduğunu düşünmüyor. Paparazziler onu, ‘ makyajlı’ ve ‘ makyajsız’ diye çekse de rahatsız olmazmış. Kendine güveni tam!!
-Aslında şarkıcı olmak için eğitim görmüş. Ve itiraf geliyor. Hayatında pek çok şey kötü gitmiş. Detaya girmek istemiyor. Ama aynı anda da pek çok şeyin daha iyiye doğru gittiğini fark etmiş. Biraz kaderci.
Ayşegül EKİNCİ/LONDRA